Önsöz: Jüri'den
Birleşmiş Milletler verilerine göre 2000’li yılların ikinci yarısında dünyada ilk kez kentlerde yaşayanların nüfusu kırsal yerleşmelerde yaşayanların nüfusunu geçerek günümüzde %55’lik bir orana erişmiş olup, 2050 yılı itibarı ile bu oranın %68’e ulaşacağı öngörülmektedir. Türkiye’de ise bu oran dünya ortalamasının oldukça üzerinde, %75 düzeyindedir. Bu anlamda 21. yüzyılın yaşamlarının kentlerde, metropollerde hayat bulacağı açıktır. Bu gerçeklik, mevcut yayılmacı kentleşme pratiklerinin doğal yaşam alanları, tarım toprakları, kentsel mekân niteliği ve toplumsal hayat üzerindeki olumsuz etkileri de göz önünde tutulduğunda, bizi kentlere odaklanmak ve onlara alternatif merceklerle bakmak konusunda uyarmaktadır.
Megakentlerde iklim değişikliği konusuna odaklanmış bir ağ olan C40 Cities verilerine göre ise; kentler küresel anlamda toplam kara parçasının yaklaşık %2’lik oranını kaplarken; dünyada üretilen enerjinin yaklaşık %60’ı, sera gazı emisyonlarının ve üretilen atığın %70’inden sorumludur. Bu rakamlar ise yukarıda sözünü ettiğimiz kentleşme eğilimi düşünüldüğünde, kentlerin geleceğinin süregelen yaklaşımların dışında yeniden ele alınmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.
Diğer yandan yerküre üzerindeki insan nüfusunun önemli kısmını oluşturan kentliler, kent yaşamının sunduğu olanaklardan faydalanma konusunda ne yazıktır ki eşit koşullara sahip değiller. Bu olgu kentleşme dinamikleri ile ters orantılı olarak gelişmekte, kontrolsüz, plansız büyüme ve yayılma ise bu eşitsizliği daha kırılgan noktalara taşımaktadır. Ekoloji gibi kentsel adalet konusu da çağdaş kentleşme tartışmalarında planlamanın önemli bir bileşeni olarak karşımızda durmaktadır. Bu anlamda kritik bir kamusal aktör olan yerel yönetimlere önemli görevler düştüğü açık ve kamu kaynaklarının bu türden problem alanlarına yöneltilmesi elzemdir.
Kentleşme kadar 21. yüzyıla damgasını vuran bir diğer önemli olgu ise iklim krizidir. İklim krizi, bir yandan engellenemeyecek bir olgu olarak doğanın küresel döngüsü ile ilişkilendirilirken, diğer yandan kentleşme olgusu ve buna bağlı insan faaliyetleriyle de doğrudan ilintili bulunmaktadır. Kentlerin, özellikle Sanayi Devrimi ardından doğa ile olan ilişkisini problemli bir şekilde tanımlamış olmasına bağlı olarak “Doğa”, kent için tüketilecek bir kaynak gibi ele alınmıştır. Kentler bir yandan yarattıkları etkilerle bu krizi derinleştirirken diğer yandan bu derinleşmeden en çok etkilenecek alanların da başında gelmektedir. Ancak günümüzde doğal yapının verdiği çok boyutlu alarm, bu ilişkinin yeniden tanımlanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bu bağlamda kentsel mekân tartışmalarında ekoloji kavramının yavaş da olsa tüm yönleriyle merkezi bir pozisyonda konumlandığını izlemek mümkündür. Artık kentler doğaya rağmen var olmak değil, doğayla birlikte var olmak ilkesini özellikle sahiplenmek durumundadır. Gelecekte yaşanacak iklimsel değişimlerin doğal hayat üzerinde yaratacağı düşünülen yıkıcı etkilerin benzerlerinin kent mekânları için de geçerli olacağını ve bu geleceğe hazırlanmanın büyük önem taşıdığını belirtmek gerekir. Bu hazırlık ise toplumsal olduğu kadar mekânsal pratiklerin de iklim krizi gerçekliğini merkeze almasıyla mümkündür.
Bu bağlamda geleceğe ilişkin bağlayıcı kararlar içeren iklim eylem planları, sürdürülebilir gelişme hedefleri, iklim adaptasyon stratejileri kentler için önemli yol haritaları sunmaktadır. Geleceğin kentlerini tahayyül ederken bu yol haritalarını dikkate almak, mekansal organizasyonda yeni bakış açılarıyla kentlerin doğal yapılarını ve yaşam kalitesi bileşenlerini daha yaşanabilir, adil ve risklere karşı dirençli bir yapıya dönüştürmek büyük önem taşımaktadır.
İzmir, kentleşme, ekoloji ve kentsel adalet tartışmalarının ön plana çıktığı metropollerden bir tanesidir. Hızla yayılan kentleşme pratikleri, tehdit altındaki doğal alanlar, tarım havzaları, mahalleler arasındaki toplumsal, ekonomik ayrışmalar ve yukarıda ana hatlarını çizdiğimiz planlama sorunsalı ile ilgili çerçeve, İzmir kentinin önemli gündem maddelerinden ve ayrıca da bu yarışmanın ana konusudur. İzmir Büyükşehir Belediyesi bu konuları ciddiyetle ele almakta ve çözüm yolları aramaktadır. Yakın geçmişte, Uluslararası İklim Eylemi için İşbirliği (ICCA), “İklim İçin Biz Varız” deklarasyonu gibi hem uluslararası hem de ulusal ölçekte farklı iş birliği kanallarını aktive etmiş durumdadır. Bu işbirliği kanalları ise Paris İklim Anlaşması çerçevesinde ve iklim krizi olgusu etrafında biçimlenmektedir.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin açmış olduğu “Kentsel ve Ekolojik Omurga Olarak Meles Çayı Ulusal Kentsel Tasarım Fikir Projesi Yarışması”, yukarıda ana hatlarını ortaya koyduğumuz kentleşme, ekoloji, kentsel adalet kavramlarının tartışılabileceği, farklı yaklaşımların ve gelecek vizyonlarının geliştirilebileceği bir birlikte üretim ortamı olarak oldukça değerlidir. Bu noktada yarışma sonrası sürecin yürütülmesine ilişkin özgün bir modelin kurulacağını da ayrıca vurgulamak yararlı olacaktır.